3. İMÂM-I RABBÂNÎNİN "KUDDİSE SİRRUH" ÇOCUKLUĞU, TAHSİLİ ve MA'NEVÎ MAKÂMLARA YÜKSELMESİ:
İmâm-ı Rabbânînin "kuddise sirruh" baba ve dedelerinin hepsi ilm ve ihlâs sâhibi olup, zemânlarının meşâyıhından, ekâbirinden idi. Hepsi çok muhterem ve Evliyâ-i kirâmdan idi. Dahâ çocuk iken, mubârek, temiz alnında, olgunluk, vilâyet ve hidâyet nûrları parlıyordu.
İmâm-ı Rabbânî "kuddise sirruh" dünyâya gelince çocuklara mahsûs olan hastalığa yakalandığından, babası, bunu üstâdı olan Şâh Kemâl Kihtelî Kâdirîye göstermiş, üstâdı "Korkma! Bu çocuk çok yaşıyacak ve büyük bir zât olacak" buyurmuş ve çocuğu elinden tutup, ağzından öpmüşdür. Şâh Kemâl Kihtelî Kâdirînin "rahmetullahi aleyh" bereketli nazarlarına kavuşmuş, o ânda nisbet-i kâdiriyyeyi Ona ilkâ eylemişdi. O zemân Abdülkâdir-i Geylânînin "radıyallahü anh" feyzi ve nûru, vücûd-i mubârekini kaplamışdır.
İlk tahsîlini babasından okuyup, arabî öğrenmiş, küçük yaşında Kur'ân-ı kerîmi ezberlemişdir. Sesi güzel olduğundan bülbül gibi okur idi. Sonra babasından ve zemânın en büyük âlimlerinden ilm tahsîl eyleyip, büyük âlim oldu. Yüksek babasından çok istifâde eyleyip, huzûrunda tevhîd ma'rifetlerine kavuşdu. Çeştiyye ve Kâdiriyye silsilelerinde irşâd icâzeti aldı. Babasının kâim-i makâmı oldu.
Muhtelif ilmlere âid küçük kitâbları ezberlemiş, sonra Siyâlkût şehrine gidip, oralarda Mevlânâ Kemâleddîn-i Kişmirîden ulûm-i akliyenin ba'zısını gâyet iyi okumuşdur. Mevlânâ Kemâleddîn "kuddise sirruh", meşhûr Abdülhakîm-i Siyâlkûtînin hocası olup, zemânının en yüksek âlimi idi.
Dahâ sonra da, Vâhidînin; (Basît), (Vesît), (Esbâb-ı nüzûl) gibi eserlerini, Kâdı Beydâvînin; (Envâr-üt-tenzîl), (Menhâc-ül-vüsûl), (Gâyet-ül-kusvâ) ve diğer eserlerini, İmâm-ı Buhârînin; (Câmi'us-sahîh), (Sülâsiyyât), (Edeb-ül-müfred), (Efâl-i ibâd), (Târih) ve diğer eserlerini, Tebrîzînin (Mişkât-ül-mesâbîh) ini, Tirmizînin (Şemâil-i şerîfe)sini, İmâm-ı Süyûtînin (Câmi'us-sagîr)ini, Şeyh Sa'îd Busayrînin (Kasîde-i Bürde)sini ve müselsel hadîs rivâyeti, tefsîr ve ba'zı usûl ilmlerinden icâzeti, âlim-i rabbânî Kâdî Behlûl-i Bedahşânîden almışdır.
Onyedi yaşında iken, tahsîli temâmlayıp, ma'kûl, menkûl, Fürû' ve Usûl ilmlerinin hepsinden icâzet aldı. Tahsîli esnâsında Kâdirî ve Çeştî büyüklerinin kalblerindeki feyz ve lezzeti babasından aldı.
Babası Abdülehad onu büyük bir muhabbetle severdi. Hattâ İmâm-ı Rabbânî Agrada bulunduğu sırada, meşgûliyyeti sebebiyle babasının yanına gidemeyince, babası onu görmek için Agraya gitmişdir. Dahâ sonra Agradan dönüp babasının hizmetinde bulundu. Babası Abdülehad evliyânın büyüklerinden idi. Babasının sohbetinde çok feyze kavuştu. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, babasından olan istifâdesini (Mebde' ve Me'âd) risâlesinde şöyle ifâde etmişdir:
"Bu fakîre ferdiyyet nisbeti yüksek babam tarafından verildi. Babam bu nisbeti, kuvvetli cezbe sâhibi hârikaları meşhûr bir azîzden, Şâh Kemâl Kâdirîden almışdı. Bunun gibi nâfile ibâdetlerde, bilhassa nâfile nemâzların edâsında babamın yardımları çokdur. Babam bu se'âdeti, "Çeştiyye" yolunda olan üstâdlarından almışdı."
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, aynı zemânda Sühreverdiyye ve Kübreviyye yollarından da icâzet aldı. Zâhirî ve bâtınî (kalbe âid) ilmlerin üstâdı oldu. Babasının hayâtında zâhir ve bâtın ilmlerini tâliblere öğretmeğe başladı. Bu anlarda (Risâletüt-tehlîliyye) ve (Risâletür-reddir-revâfid) ve (Risâletü isbâtın-nübüvve) ve başka birçok kitâblar yazmışdır. Edebiyyâta çok meraklı olup, fesâhatı, belâgatı, sür'at-i intikâli, zekâsının şiddeti herkesi hayretde bırakıyordu.
Nakşibendiyye büyüklerinin kitâblarını seve seve okur, bu yolun büyüklerinden birine kavuşmağı cândan arzû ederdi. Bu arzû ve iştiyâkını bu yolun büyüklerinden, irşâd ve hidâyet sâhibi, islâmiyyetin kuvvetlendiricisi, hakîkatlar sâhibi, hâce Muhammed Bâkînin "kuddise sirruhümâ" eşsiz sohbet ve huzûruna kavuşuncaya kadar kalbinde sakladı.
Bu kadar ilmi ve herkesin üstünde kemâli ile birlikde, kalbi Ahrâriyye büyüklerinin aşkı ile yanıyordu. Babasının vefâtından bir sene sonra, hacca gitmek üzere Sihrindden çıkdı. Hindistânın hükûmet merkezi olan Dehli [ya'nî Delhi] şehrine gelince, orada Muhammed Bâkî billâhı "kuddise sirruh" ziyâret etdi. Huzûruna girince, kalbinde bir nûr parladı. Miknâtıs iğneyi çeker gibi, çekildi. Şimdiye kadar duymadığı, bilmediği şeyler kalbine doldu. Hacdan sonra uğrayıp istifâde etmeği niyyet etdi ise de, kalbindeki sevgi ve arzû, kendisini bırakmayıp, ertesi gün huzûruna gelip Ahrâriyye feyzine kavuşmak şevkini bildirdi. Hizmetinde kaldı.
Edeble, can kulağı ile sözlerine ve hâllerine bağlandı. Ya'nî Kâ'beye gitmekden vazgeçip, Kâ'be sâhibini taleb etdi. Tâlibleri, Allahü teâlâya yaklaşdırıcı, gizli bir kuvvet ile çok yüksek makâmlara çeken bu huzûra kavuşunca, bu büyüklerin yoluna girdi. Hizmetlerine sarılıp, sohbetin edeblerini titizlikle gözeterek, iki ay ve birkaç gün içinde, Nakşibendiyye nisbetine kavuşdu. İlmler ve ma'rifetler, nisân yağmuru gibi, mubârek kalbine akmağa başladı. Üstâdı, hâce Bâkî-billâh "kaddesallahü sirrehül'azîz", çok def'a: (Ahmed, murâdlardan ve mahbûblardandır) buyururdu. Çabuk ilerlemelerinin sebebi de, bu idi. Cihânı aydınlatan bir güneş gibi oldu. Hocası kendisine en yüksek makâmlara çıkdığını ve herkesi de çıkarabileceğini ve Allahü teâlâya yakınlıklarını müjdeledi ve kendisine buyurdu ki: (Hocam Emkengîden "kuddise sirruh" icâzet alıp Hindistâna dönüyordum. Sizin bulunduğunuz Serhend şehrine gelmişdim. Rü'yâda bana, sen bir kutbun civârındasın, dediler ve kutb olan zâtın şemâilini gösterdiler. İşte siz, o zâtsınız. Yine Serhendden geçerken, gördüm ki, göklere kadar yükselen bir meş'ale yanmış, şarkdan garba kadar bütün dünyâ, bu meş'alenin ışığından aydınlanıyordu. Bu meş'alenin ziyâsının gitdikçe artdığını, birçok insanların bundan kendi mumlarını yakdıklarını müşâhede etdim. Bu rü'yâyı, sizin dünyâya geleceğinize bir müjdeci, bir işâret biliyorum).
Yüksek kâbiliyyeti ve bütün varlığı ile çalışıp, bütün kemâlât kendisinde hâsıl oldu. Üstâdının da lutfü ve himmeti ile iki ay içinde kimsede görülmiyen hâllere kavuşdu. Birkaç ay sonra üstâdından Ahrâriyyenin kaydsız şartsız tâm icâzetini aldı. Memleketine dönmesi emr olundu.
Hâce Bâkî-billâh "kuddise sirruh", imâm-ı Rabbânîyi "kaddesallahü sirrehül'azîz" mutlak icâzet ile Serhend şehrine gönderirken, kendisi makâmından çekilip, bütün talebesinin, hattâ kendi oğullarının terbiyesini ve yetişmesini Ona havâle eyledi ve (Ahmed, bizim gibi binlerce yıldızı örten bir güneşdir. Bu ümmetde onun gibi ancak iki üç dâne vardır. Şimdi ise, gök kubbe altında, onun gibisi yokdur. Kendimi onun tufeylîsi [talebesi] biliyorum. Onun ma'rifetinin hepsi doğru ve Peygamberlerin "aleyhimüsselâm" beğendiği şekldedir) buyurdu. Hattâ, diğer talebeleri gibi, hocası da, feyzlenmek ve nûrlanmak için, onun sohbetine devâm ederdi.